29 Eylül 2011 Perşembe

12.09.2011


Bugün yeni haftanın ilk günü. Yoğun bir çalışma temposu bekliyor bizi.

Ama ben farklı birşeyden bahsetmek istiyorum. Benim epey zamandır ilgilendiğim, burada da vakit ayırabildiğim bir merakım: Geocaching.

İnsanların ziyaret etmelerine değecek yerlere içinde temel olarak bir kağıt ve, mümkünse, kalemden başka hiçbir şey  olmayan bir kutu bırakmak ve yerini (koordinatlarını) internette yayımlamak.

Sonra bulan (veya bulamayan) insanlarla yorumları paylaşmak.

Bu ilginç merak için rüzgarlı bir günde deniz kenarına çıkıyoruz ve elimdeki GPS'in yönlendirmesiyle aramaya başlıyoruz.


Cihaz bizi plajın sonundaki kuşlar için ayrılmış koruma alanına götürüyor.

Buradaki notları okumak, koruma alanını incelemek ve plajı bu noktadan seyretmek çok ilginç. Bulmaya çalıştığımız kutunun buraya koyuluş amacı da bu zaten.






Kısa bir aramadan sonra minik kutuyu buluyor Rüveyda.

Hem ilginç bir yer keşfetmenin, hem de merakımı tatmin etmenin hazzıyla eve yollanıyoruz.

11.09.2011

Bugün çok ilginç birşey geldi başımıza. Aslında çok basit birşey. Ama ben farklı anlamlar yakaladığı zannediyorum.

Burada firmalar rakiplerinin ismini vererek reklam yapabildikleri için ben de firma ismi vermekten çekinmeyeceğim.
Daha önce alışveriş yaptığım ve güvenilir bulduğum Amazon sitesinden alışveriş yaptım dün gece. Ödeme onayını verdikten sonra tarayıcımdaki Ebay sekmesine geçtim ve, nereden aklıma estiyse, az önce aldığım şeyi orada da arattım. Başıma kaynar sular döküldü. Aynı ürün, paketi açılmamış halde, %15 daha ucuz. Hemen Amazon'a dönüp siparişi iptal ettim.

Hikaye burada başlıyor. Amazon müşteri memnuniyetine önem veren ciddi bir firma olduğu için sipariş iptalinde basit bir menü çıkıyor karşınıza: Neden? Seçenekler arasında, yanlışlıkla sipariş ettim, istemiyorum, neden göstermek istemiyorum gibi şeyler var. Biz Türkler hep karşımızdakini kırmamak için nezaketen, vazgeçtik falan deriz. Bense Amerikan bakış açısını yakalamış olmalıyım ki, nezaketi bırakıp açık açık daha ucuza buldum seçeneğini işaretledim. Saat ilerlediği için de Ebay'den alışverişi gerçekleştirmeyip yattım.
Ertesi sabah sürprizle karşılaştım. Amazon, benim daha ucuza buldum uyarımı dikkate alıp fiyatta indirime gitmiş ve Ebay fiyatını yakalamış. Hemen aldım tabii ki.

Bu olay buradaki yaklaşım farkını yansıtması açısından çok güzel. "Bana derdini anlat. Nezaketi boşver, lafı kıvırma, bana sorununu söyle. Ben de ne yapabileceğime bakayım." Sorunlara doğrudan eğilen, etrafında dolanmayan çözüm odaklı anlayış. Buradaki kırk küsürüncü günümüzde bakış açısını yakalamaya başladık sanki.

10.09.2011

Bugün IIT'deki Türklerin buluşma organizasyonu var. Bu sene IITTürk'ün başkanlığına seçilen yüksek lisans öğrencisi mimar Alper Pehlivan güzel bir Türk restoranında organize ettiği yemeğe 21 kişiyi toplamayı başarıyor.

Yeni gelen öğrencilerden uzun yıllardır burada olan hoca arkadaşlarımıza kadar geniş bir yelpaze toplanmış durumda. Epeydir hasret olduğumuz Türk yemekleri eşliğinde çok çeşitli konularda çok güzel sohbetler oluyor.







Bu, bizim gibi yeniler için tanışma toplantısı sayılır. İleriki günlerde beraber farklı şeyler yapıp güzel vakit geçirme sözüyle noktalıyoruz 4 saatlik yemek toplantısını.

Fotoğraf için Alper Pehlivan'a teşekkürler.

09.09.2011


Ne kadar alıştığımızı zannetsek de Şikago bizi sürprizlerle yüzleştirerek şaşırtıyor.

İstanbul'da bir günde dört mevsimi yaşamış biri olarak hava durumu değişiklikleri bizim için şaşırtıcı olmamalı aslında. Ama gafil avlanıyoruz yine de...





Sabah güneşli havada evden çıkıyoruz ve öğlene doğru Şikago'nun ünlü gökdelenleri, sisler içinde kaybolmaya başlıyor.

Öğleden sonra ise yumuşak sonbahar güneşi yüzümüzü güldürüyor, ısıtıp aydınlatmaya devam ediyor.

08.09.2011


Gerçekten alışmaya başlıyoruz Şikago'ya. Artık nereden ne alınır, ne nerede bulunur, ne zaman nereye bakmak lazım, nereye uğramak lazım öğreniyoruz. Alışkanlıklar yerleşmeye başlıyor.


İlk geldiğimizde bizim için önemli bir yere sahip olan yemekler, mesela yumurtalı patates, artık özlenince yenecek şeyler listesine kayıyor.




Hatta lükse bile kaçmaya başlıyoruz. Hamarat Rüveyda dayanamayıp burada da kek, çörek yapmaya başlıyor. Misafir ağırlama fasılları çok uzakta değil.


07.09.2011


Havalar hala güzelken,
derslerden arta kalan zamanlarda,
çalışmalara odaklanmadan önce,
veya mola vermek için aralarda,
yerleşkenin yeşilliklerinde kayboluyoruz.



Ama o kadar etkilenmişiz ki
Mies'in şaheseri, mimarlık okulundan,
ayaklarımız oraya götürüyor bizi, farkında olmadan,
önünde buluveriyoruz kendimizi.



06.09.2011


Şikago gerçekten çok güzel bir şehir. Tabii ki şehri güzelleştiren insanlar.

Sokak arasında görece minik bir şelale ile karşılaşabiliyorsunuz mesela.

Hatta şelalenin altından geçip arkada gizli mağaraya ulaşabiliyorsunuz.

Su ile sınırlanan mekan nasıl olur, hissedebiliyorsunuz.

28 Eylül 2011 Çarşamba

05.09.2011



Bugün Şikago'nun en eski mahallelerinden birindeyiz.

Aralarında ünlü mimar Frank Lloyd Wright'ın da eserlerinin bulunduğu Oak Park.




Wright mimarlık için önemli bir yere sahip olduğundan havaların serinlemeye başladığı bu bulutlu Eylül gününde yollara düşüyoruz.

Rehberimiz, Oak Park'da oturan, bizim gibi mimar olan bir akademisyen arkadaşımız: Hilal Halıcıoğlu.









Okulda bize öğretilen, kitaplarda gördüğümüz mimariyi yaşıyoruz burada.






İçinde olmak gerçekten çok güzel bir duygu.


Wright'ın mimarisinin tadı bambaşka.

Binanın nasıl kullanılacağını, nasıl girilip çıkılacağını ele alışı büyülüyor insanı.

 Oranlar, dokular...

Günü, sonradan bize katılan öğrenci arkadaşımız Sevilay Demirkesen ile beraber İtalyan restoranında noktalıyoruz.

04.09.2011


Bugün Türk Amerikan Kültür Derneği (Turkish American Cultural Alliance) TACA'nın pikniğine katılmak için yollara düşüyoruz.

Türkiye'den uzakta Türklerle görüşmek önemli bizim için.

Belki de Türk insanının sıcaklığını özlüyoruz.

Maceralı ve zahmetli bir yolculuktan sonra piknik için ayarlanan yere ulaşıyoruz.

Kalabalık bir grupla karşılaşıyoruz burada.

Anavatanından bu kadar uzakta dönerle karşılaşmak şaşırttığı kadar sevindiriyor da bizi.

Sonra ev yapımı kek, çörek ve çay faslına geçiyoruz.

Olabildiğince fazla insanla tanışmaya çalışıyoruz. Sohbeti özlemişiz. Bizim açımızdan güzel arkadaşlıkların, dostlukların başlangıcı olacak bu buluşma sanki.

Son olarak Şikago'daki Türklerin kurmuş olduğu Klasik Türk Müziği grubunun minik dinletisie katılıyoruz.

Bizim için unutulmayacak bir gün oluyor. Ayrılmadan önce bir sonraki toplantının bilgisini alıyoruz.

03.09.2011



Bu akşam her sene geleneksel olarak düzenlenen Şikago Caz Festivali'ne katılmak üzere Grant Park'dayız.
 





Hava yağışlı olmasına rağmen mekan çok kalabalık.

Ama şanslıyız, sahneye yakın bir yer buluyoruz oturmak için.





Şikago, Amerikan caz müziği için çok önemli bir yere sahip.




O yüzden bu festivalde çok çeşitli sanatçılar ve gruplar sahne alıyor.

Festivalin kapanışını ise Türkiye'de de ağırlama fırsatı bulduğumuz, kadife sesli sanatçı ifadesine kaynaklık
ettiği iddia edilen Cassandra Wilson gerçekleştiriyor.






Babası Şikago'lu olduğu için bu festivale büyük önem veriyormuş kendisi.

Şeref konuğu kendisi.



Onun kadife sesi gerçekten büyülüyor bizi.

Orkestrası ise, sanatçının arkasında durabilmek için tüm maharetini sergiliyor.

Bize de hayran hayran izlemek kalıyor.
 

 

Festivalin kapanışı gerçekleştiğinde, boş sahneyi bırakıp gitmekte bile zorlanıyoruz.

02.09.2011


Bugün Rüveyda'nın çalışma mekanındayız.

Aslında bilgiyi işleyen ve erişimimizi kolaylaştıran makineler taşınabilir hale geleli beri çalışma mekanlarının çok önemi kalmadı.

Ama yine de insan psikolojisi mekan ile de motive oluyor ve odaklanma, konsantrasyon seviyesi yükseliyor.

Genelde mekanın ortasındaki büyük çalışma masası tercih ediliyor. Hem daha ferah, hem geniş çalışma alanı sunuyor, hem de başka çalışanlarla alışveriş imkanı sağlıyor.

Sonuçta etkileşim ve paylaşım verimi artırıyor.

01.09.2011


Buradaki zamanımızı olabildiğince faydalı geçirmek için değişik derslere katılıyoruz.

Rüveyda'nın katıldığı derslerden biri de, çalışma konularından biri olan Ekoloji ve Sürdürülebilirlik.

Bu derste genel kavramların ele alınmasından sonra Şikago özeline inerek inceleme ve değerlendirmeler yapılıyor.

Ardından Şikago örneği değerlendirilerek genel çıkarımlara gitme yolu takip ediliyor.

Rüveyda'yı konuk olarak kabul ederek büyük incelik gösteren dersin hocası Eva Kultermann ileride kendisinin de derse katkı verebileceğini belirtiyor.

31.08.2011




Bugün Şikago'yu şekillendiren mimarın, Mies Van Der Rohe'nin inşa ettiği kampüsteki mimarlık okulundayız.












Büyük mimarın yaptığı mimarlık okulu:

"Mimarlık Tapınağı"








Her köşesinde değişik çalışmaların yürütüldüğü, fikirlerin çarpışıp kaynaştığı, kolonlar da dahil olmak üzere hiçbir şeyle bölünmemiş mekan.








Her tarafta değişik projeler üzerinde çalışan değişik seviyelerde öğrenciler.








Üç boyutlu bir sanat olan mimarlık, maketsiz havada kalıyor. Her çalışma maketle destekleniyor o yüzden.
Olması gerektiği gibi...







Sonra büyük boşluktan Mies tarzı merdivenlerle alt kata iniyoruz.

Yine açık ve etkileşimli çalışma alanları. Merdivenden indiğinizde hararetli bir tartışmanın ortasında bulabilirsiniz kendinizi.





Ya da bir sınıfa, sınıf olarak kullanılan açık bir mekana ilişip derse katılabilirsiniz.









Kütüphane bile sadece araştırma yapmak için değil. Kitaplardan alınan fikirler yoğruluyor bir yandan. Alışveriş, tartışma, etkileşim en üst düzeyde.

Her yerde yaşıyor, yaşanıyor mimarlık.











11 Eylül 2011 Pazar

30.08.2011


Biraz da günlük hayattan bahsedelim.


Yorucu bir okul gününün sonunda, akşam dersi sonrası, gecenin dar vakti eve dönerken para çekme makinasına uğruyoruz.

Burada para çekmek için kullandığımız kartlarla alışveriş yapmak çok yaygın. İnsanlar para taşımaktansa anında hesaplarından çekilmesini tercih ediyorlar. Üstelik tüm ticaret kayıt altına alınmış oluyor. Ülkemizde bir türlü yaygınlaşamadı bu.


Ancak bazı yerlerde nakit ihtiyacı oluyor. Mesela toplu taşıma araçlarında. O yüzden ara ara para çekmeden yapamıyoruz.

29.08.2011

Bugün birçok gün yaptığımız gibi eve kapanıp çalışıyoruz. Hep gezilerimizden ve eğlencelerimizden bahsetsek de burada bulunuş amacımız yoğun bir konsantrasyonla sıkı bir çalışma gerçekleştirip mesleki olarak ilerleme.


Bahsetmek istediğim ise bambaşka bir konu.

Art Institute of Chicago müzesini bir günde bitiremediğimizden bahsetmiştik. Müzenin geri kalanını başka bir güne sıkıştırdık.



Bu ikinci gezide ilginç birşeyle karşılaşıyoruz. Güneydoğu Asya kültürlerinin sergilendiği büyük salonda, büyük çoğunluğunu emeklilerin oluşturduğu bir grup, başlarında sanat eğitmeni olduğu belli olan bir hanım ile karakalem resim yapıyorlar, yapmayı öğreniyorlar.


O anda bizim ülkemizdeki emekliler geldi aklıma. Seviye çok mu farklı? Belki değil ama yaklaşım çok farklı.